Translate

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Babasını Affedemedi


'Babamı Hiç Affetmedim'


Yeşilçam’ın efsane isimlerinden Filiz Akın, Bebek sırtlarındaki evinin kapısını Hello! dergisine açtı;çocukluk yıllarından sinemaya geçişine,babasıyla arasındaki derin ve aşılmaz sevgi boşluğundan annesine olan düşkünlüğüne her şeyi anlattı. 
'Babamı Hiç Affetmedim'

İsterseniz en baştan başlayalım... 

Klasik Türk tipine uymadığınız, Avrupai bir güzelliğe sahip olduğunuz için nerelisiniz diye sormak istiyorum öncelikle... 

-Ankara doğumluyum. Babaannem Çerkes. Annemin babası da Arnavut. 

Biraz ailenizden de bahseder misiniz? 


-Balkan ve Kafkas karışımı bir gene sahip olduğum için dediğiniz Avrupai tipim olabilir. Annemse Ankaralı. Bir dönem konservatuvarda okumuş. Çok modern ve zevkli bir kadındır. Babam Afyonlu, eczacı bir adam. Hatta eczacılık baba mesleği... 

Dedemin eczanesi varmış. Üç erkek, bir kız kardeş olmak üzere toplam dört kardeşler ve düşünün ki o dönemde dedem çocuklarına keman dersi aldırırmış. Ama babam içine kapanık ve pek konuşmayan bir çocuk olduğu için kemanı çalamayacağını düşünüp flüt ve kaval çaldırıyorlar. 

Tabii babam inat ediyor ve bütün kardeşlerinden önce keman çalmayı öğreniyor. Hukuk okumasına rağmen kemana devam edip İzmir Filarmoni Orkestrası'nın kurucularından oluyor. 

Küçük amcam ise hayran olduğum, babam olmasını istediğim örnek bir baba modeli... Amerika'ya göçmüş, doktor olmuş. Onda Mevlevi sabrı ve toleransı vardır. Benim hayattaki rol modellerimden biridir. Hayat felsefesi kısaca şudur: “Her şeyden ye ama az ye, tenis oyna, koş, yürü, kısaca hareket et.” Ben hep amcamı örnek aldım... 

Peki ya babanız? 

-Babam beni ne sevdi ne de dövdü. Bir babanın prensesi olmak nedir hiç bilmiyorum. Meğerse babam konuşmayı, dokunmayı ve sevmeyi bilmiyormuş. Dilsizler, körler gibi... Onun tek iletişim aracı kemanmış. Bunu İzmir'in Filarmoni Orkestrası'nın 10. yıldönümü kutlamalarına çağırıldığımda anladım. 

Kemanına aşıktı o, başka bir şeye değil. O gün kendi kendime onu affetmeye karar versem de içimde affetmedim. Kemanına olan coşkusu, tutkusu ve aşkını bana tercih ettiği için affedemedim. Anneme güya çok âşıkken, gençlik aşkı olan bir kadın için bizi terk etti. Benim babam vardı ama aslında yoktu. 

MİNYON OLDUĞUM İÇİN UZUN ZAMAN KENDİMİ CÜCE SANDIM

Annenizle ilişkiniz nasıldı?
 

-Annem, babamın sevgi açığını kapatmak için bana taptı! Onun adeta oyuncak bebeğiydim. Çok soylu, çok varlıklı ya da tanınmış birilerinin çocuğu değildim ama hiç sosyal sınıf gibi bir sıkıntım olmadı. 

Para sıkıntısı çektiğimiz günler de yaşadık. Bazen şaşırıyorum, annemin onca sıkıntının içinde nasıl bu kadar modern, ileri görüşlü ve zevkli bir kadın olarak kalabildiğine... Beni yokluk içindeyken bile en ucuz malzemelerle süsler, saçlarımı maşayla kıvırır, bir prensese çevirirdi. 

Okul yıllarınız nasıl geçti? 

-Ben okula çok erken başladım. Ankara Koleji'nde burslu ve yatılı okudum. Hayatta erken yol aldım. İyi yanı, hayata erken başlıyorsunuz... Kötü yanı ise hem minyon bir yapıda hem de sınıf arkadaşlarımdan yaşça küçük olduğum için, kendimi uzunca bir süre cüce zannettim! Bana “Civciv” derlerdi. 

Ergenlik çağında çirkinleşmeye başladım. Burnum kemiklendi. Sıradan bir çocuktum. Sadece taklit yapmam sevilmemi ve popüler olmamı sağlamıştı. Ben utangaç ve içine kapanık biriydim çocukken... Ördek yavrusundan bir kuğuya dönmeyi hayal ederdim... 

ANNEM BENİM BELGİN DORUK OLMAMI HAYAL EDİYORDU

Gelelim sizi bize kazandıran Yeşilçam hikâyesine... Aktris olmaya nasıl karar verdiniz?
 

-O zamanlar Artist adındaki bir dergi yarışma açmıştı. Bir arkadaşımın annesi çok ısrar etti, ben de laf olsun diye fotoğrafımı yolladım ve kazandım. Buna rağmen vazgeçtim; çünkü Yeşilçam'ın insanlara belli bir yaşam tarzını dayattığını düşünüyordum. 

Sonra annemle İstanbul'a geldik ve yanıldığımı gördüm. Anlaşmayı imzaladım ve ilk filmim olan “Akasyalar Açarken”i Göksel Arsoy'la birlikte çektik. Prodüktörlere çok mu değişik geldim nedir, bir anda bütün yılımı dolduran bir program hazırladılar. 

Aileler o dönemde oyunculuğu çok iyi karşılamazlardı. Sizin aileniz oyuncu olmak isteğinize nasıl tepki verdi? 

-Annem çok güzel, açık fikirli ve modern bir kadındı. Babam ise annemin etrafında “Leman Leman” diye dolanıp dururken onu aniden terk etmişti. 

Bize bir süre sonra para da yollamamaya başlayınca çok sıkıntı çektik. Annem beni ve kardeşimi geçindirmek için dikiş dikerdi. O zamanlar benim bir Belgin Doruk olmamı hayal ediyordu. 

Eğer karşı çıksalardı yine de ne yapıp edip aktris olur muydunuz? 

-Hayır, annem karşı çıksaydı vazgeçerdim. 

Oyunculuk ve kariyer sizin için ne ifade ediyordu gençlik yıllarınızda? Hırslı mıydınız mesela? Çünkü çok naif bir görüntünüz var... 

-O zamanlar kamera karşısında çok utangaçtım. Bir de hepimiz çok çalışıyorduk ve birbirimizi kıskanacak vaktimiz pek yoktu. Ancak seneler sonra oyunculuğun değerini anladık; o koşturma içinde fark edememişiz. Sarışın olmama rağmen belirli bir kesimin sevgisini kazanmıştım. Dört yapraklı yoncadan biri olmak bana yetti... 

OĞLUMU İNGİLTERE'YE GÖNDERDİĞİME PİŞMANIM

Oğlunuz İlker İnanoğlu da sizinle beraber filmlerde oynayarak aktörlüğe başladı... Şimdi başarılı bir oyuncu. Bir bakıma hayatına oyunculuk anlamında yön vermişsiniz. Bununla ilgili bir pişmanlık yaşadınız mı hiç?
 


-Aslında o yaşta bu işe girmesini çok istemedim ben... Küçük bir çocuğa “mış” gibi yaptırmanın onun dünyasına iyi gelmeyeceğini düşünüyordum. Ama çok tatlı bir çocuktu ve babası o dönemden bir anı olsun istedi, beni de ikna etti. 

Peki çocukken ünlü olması oğlunuzu ve sizi nasıl etkiledi? Bu yüzden aile içinde hiç problem yaşandı mı?
 


-İlker ilk filminden sonra herkesin tanıdığı, Yumurcak diye sevdiği bir çocuk haline geldi. 9 yaşına geldiğinde ise tehdit mektupları almaya başladık... O dönem anarşi var... Biz de İngiltere'ye gönderdik. Sıkıntılı ve zor dönemler geçirdi orada. Hâlâ en büyük pişmanlığım ve üzüntüm budur... 

HASTALIĞIM SAYESİNDE OĞLUMU GERİ KAZANDIM

Siz çok güçlü bir kadınsınız. Ağır bir hastalık atlattınız. Şimdi nasılsınız?
 

-O, kötü ve konuşmayı istemediğim bir dönem. Ama bir iyiliği de dokundu... 

Ne gibi? 

-Oğlum bana kırgındı, ama kaybedeceği korkusuyla benimle tekrar konuşmaya başladı. Onu geri kazandım yani... 

YEMEK YAPMAYI 40 YAŞINDAN SONRA ÖĞRENDİM


Gelelim yemek aşkınıza ve yeni yemek kitabınız “Lezzete Merhaba”ya... Yemek yapmayı hep sever miydiniz? 


-Esasında ben yemek yapmayı bilmiyordum. Annem beni hep bir kraliçe olarak hayal ettiği için hiç mutfağa sokmadı. 40 yaşından sonra öğrendim. O sırada yardım alacağım kimse de yoktu yanımda. 

Domateslerin küp küp doğranırken kaç santim kesileceğini sorardım rahmetli Demet Erginsoy'a. O da bana “Hay Allah, domatesleri bir gün cetvelle ölçeceğim hiç aklıma gelmezdi” demişti. Şimdi ise yemek yapmak sihirbazlık, büyücülük gibi bir şey benim için... Yoktan bir şeyleri var ediyorsunuz. 
Bu da bir sanat işi. Kitabımı Anneler Günü'nde biricik anneciğime ithaf ettim. İnşallah beğenilir... Herkes evinde çok güzel yemekler yapıyor ama ben kitabımda değişik tarifler olsun istedim. Hatta isimleri insanlara biraz tuhaf bile gelebilir. Ama hepsi kolayca bulabilecekleri malzemelerden yapılıyor.

Merve Sevi Program Sunucak


Merve Bunu Beğendi Beyaz TV

Güzel oyuncu Merve Sevi tv programı sunacak.

Haber: Merve Bunu Beğendi Beyaz TV

on olarak Star'da geçen sezon yayınlanan 'Yalancı Bahar' dizisinde rol alanMerve Sevi bu defa bir tv programıyla ekrana dönüyor.
Merve Sevi'nin Beyaz TV'de sunacağı yeni program 'Merve Bunu Beğendi'nin yayın tarihi belli oldu. 'Merve Bunu Beğendi' Cumartesi 13.00'de Beyaz TV'de ilk bölümüyle ekrana gelecek.

Uyarlama Film Modasına Devam


Uğur Yücel'in Filminde Başrol Oynayacak

Özcan Deniz'in başlattığı uyarlama film modasına Uğur Yücel de katıldı.

Haber: Uğur Yücel'in Filminde Başrol Oynayacak

Özcan Deniz'in başlattığı uyarlama film modasına Uğur Yücel de katıldı. "Soğuk" isimli son filmini önceki kış Kars'ta çeken Uğur Yücel yeni sinema projesine hazırlanıyor.
Yücel'in filmde başrolü oynayacağı kadın yıldız için Beren Saat ile görüştüğü konuşuluyor. TMC Film'in imza atacağı filmin adı "Black" yani "Siyah"... Film bir Hint/Amerikan yapımının uyarlaması olacak.
Milliyet'in haberine göre; çekimlerinin haziran ayında başlaması planlanan film, dramatik konusuyla ilgi çekiyor. Eğer Beren Saat film için anlaşma yaparsa "İntikam"dan sonra ikinci kez uyarlama projede rol almış olacak.
Orijinal versiyonunda Rani Mukherjee, Amitabh Bachchan, Nandana Sen'in rol aldığı filmde, hayatı karanlıkta yaşamaya mahküm sağır ve kör bir kızın hikayesi beyazperdeye taşınıyor.

21 Mayıs 2013 Salı

Medeniyeti Öğrettik Yine De Yaranamadık...


DA VİNCİ DİZİSİNDE TÜRKLER HAKKINDA ŞOK SÖZLER!

Yayınlandığı ilk bölümündeki Türk karakteriyle dikkati çeken Da Vinci’s Demons isimli dizide Osmanlı ve Türkler yine olayların merkezinde…

DA VİNCİ DİZİSİNDE TÜRKLER HAKKINDA ŞOK SÖZLER!Yapımcılığını Batman ve Blade serilerinden tanınan David S. Gover’in üstlendiği, başrollerinde ise Tom Riley ile Laura Haddock’un oynadığı tüm dünyanın merakla beklediğiDa Vinci’s Demons isimli dizinin 6. bölümünde Türklerle ilgili şok sözler yer aldı.

Dizinin bu hafta yayınlanan 6’ncı bölümünün büyük bir kısmında Osmanlı, Türkler ve Fatih Sultan Mehmet işlendi. Tarihteki adıyla ’Kazıklı Voyvoda’ ve ’Drakula’ olarak bilinen, esir aldığı Osmanlı askerlerini kazıklara çakarak işkenceyle öldürmesiyle anılan Eflak Voyvodası III. Vlad, Türkler, Osmanlı ve Fatih Sultan Mehmet hakkında söyledikleriyle diziye damgasını vurdu.

Dizinin bu haftaki bölümünde Leonardo Da Vinci, esir tutulan Osmanlı imparatorluğunda görevli bir Habeşli’yi kurtarmak için Voyvoda’yı ziyarete gitti.

DAHA KÖTÜSÜ BAŞIMIZA TÜRKLERİ VE TATARLARI SALMIŞ

Da Vinci’yi ormanlık bir alanda karşılayan Kazıklı Voyvoda, daha ilk dakikalardan itibaren Türkler hakkında konuşup nefretini dile getirmeye başlayarak, "Tanrının insanlığın başına açtığı bir sürü sorun vardır; depremler, volkanlar, salgınlar ve kanserler. Ama bunlardan daha kötüsü başımıza Türkleri ve Tatarları salmış... " dedi.

Daha sonra Da Vinci’yi sarayına götüren Voyvoda, hemen hemen her diyaloğunda Osmanlı ve Türkler’i kötülemeye devam etti.

Dizide, babası tarafından bağlılığı bildirmek ve eğitim alması için Sultan 2’nci Murat’a verilen, eğitimi tamamlandıktan sonra da Voyvoda olması için Eflak- Boğdan’a geri gönderilen Vlad’ın (Kazıklı Voyvoda), Osmanlı İmparatorluğu’nun himayesinde olduğu tüm dönemde zindanlara atıldığını ve çeşitli işkenceler gördüğünü iddia etti.

Dizide bir Türk’ü de köpeklere parçalatarak öldürten Vlad, bölüm sonunda ise Leonardo ve 2 arkadaşı tarafından sarayın penceresinden aşağıya atıldı. Voyvoda’yı aşağıya atan Leonardo, esir tuttuğu Habeşli’yi kurtardı ancak Vlad’ın ölmemesi dikkat çekti.

İlk bölümündeki Türk karakterinin Müslüman olmaması ve uyuşturucu kullanması nedeniyle tartışma yaratan dizide Türkler ile Osmanlı, ilerleyen bölümlerde de çokça yer tutacağa benziyor.

PEKİ BİLİNEN TARİH NE?
Da Vinci’s Demons isimli dizide Kazıklı Voyvoda karakterinin, Osmanlı İmparatorluğu’nda sürekli zindanlarda tutulduğunu ve işkence gördüğünü iddia etti, ancak bilinen tarih biraz daha farklı. Bilinen tarihe göre babası tarafından Osmanlı İmparatorluğu’na kız kardeşiyle birlikte gönderilen Vlad, kendisinden bir yaş büyük olan Fatih Sultan Mehmet ile aynı hocalarda eğitim gördü, aynı şekilde yetiştirildi.

FATİH SULTAN MEHMET İLE VLAD KAN KARDEŞ MİYDİ?

İşte Vlad’ın Osmanlı İmparatorluğu’na verilişi ve Fatih Sultan Mehmet ile olan yakın arkadaşlığının bilinen tarihteki hikayesi:

Romenlerin "Wallachia" olarak andıkları topraklar Sultan 2′nci Murat’ın akınlarının ardından Eflak ve Boğdan adlarıyla Osmanlı’ya bağlanınca, baba Vlad Türklerin o dönemdeki başkenti Bursa’ya ister istemez bağlılığını iletmek zorunda kaldı.

Osmanlıların fetih politikasında, kazanılan yeni topraklara, merkezden o yöreye yabancı yöneticiler atamak pek sıklıkla başvurulan bir yöntem değildi. Devlet, bunun yerine daha akıllıca bir yola başvuruyor ve ele geçirdiği her yeni diyara yine o bölgelerde doğup büyümüş sadık yerel liderler tayin etmeyi tercih ediyordu. Bu doğrultuda Wallachia’nın sözü geçen soylularının geniş bir istihbaratını yaptıran Sultan Murat Han, onlar arasından Vlad Dracul’un adının ön plana çıktığını gördü.

Bunun üzerine şovalyenin küçük oğlu ile kızı, bizzat babalarının rızasıyla, yetiştirilmek üzere başkent Edirne’ye getirildi. Ablası sarayda ’prenses’ statüsünde ağırlanırken, gelecekte Eflak ve Boğdan Voyvodası (Osmanlı’da geniş yetkilerle donatılmış, bir çeşit genel valilik rütbesi) olması planlanan küçük kardeş Vlad da seçkin çocuklara verilen özel bir eğitim programına alındı.Küçük Vlad, Edirne’yi ve Osmanlı saray hayatını kısa sürede benimsedi.

Gelecekte Osmanlı’nın Balkanlardaki uçsuz bucaksız topraklarını kendisi adına sadakatle yönetecek olan bu Romen çocuğunun her açıdan kusursuz bir eğitim almasını isteyen Murat Han, Türkleri sevmesi için çok geçmeden onun yanına bir de arkadaş verdi. Bu kişi, sonradan ’cihan fatihi’ olarak anılacak olan oğlu Mehmet’ti.

Şehzade Mehmet, kendisinden yalnızca bir yaş küçük olan Romen arkadaşıyla yıllar boyunca omuz omuza çok sıkı bir eğitimden geçti. Birlikte en seçkin hocalardan yabancı dil dersleri aldılar, kılıç kullanmayı, ata binmeyi ve devlet yönetiminin türlü inceliklerini öğrendiler. Zamanla arkadaşlıkları iyice derinleşti. Büyüdüklerinde birbirlerini hiç unutmayacakları ve kanlarının son damlasına kadar destek olacaklarına dair karşılıklı yeminleştiler, ardından da kesik parmaklarını birleştirerek ’kan kardeşi’ oldular.

Performansını Özleyeceğiz Bennu Gerede:(


SURVİVOR'DA ADAYA KİM VEDA ETTİ? BENNU GEREDE Mİ, IRMAK ATUK MU?

Ada Konseyinde yapılan oylamada Irmak Atuk ve Bennu Gerede Survivor 2013 Ünlüler Gönüllüler yarışmasında bu hafta SMS'e kalan isimler olmuştu.

SURVİVOR DA ADAYA KİM VEDA ETTİ? BENNU GEREDE Mİ,  IRMAK ATUK MU?Survivor Adasına veda eden isim Bennu Gerede oldu. Bennu Gerede kararın açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada, "Irmak'ı arkamda bırakmak istemezdim. İçim rahat gidiyorum, herşey için teşekkür ederim. Çok güzel anılarım oldu" dedi.

 Bennu Gerede daha sonra arkadaşlarıyla vedalaşarak adadan ayrıldı.

Oyuncular Sendikası İlk Zaferini Kazandı


OYUNCULAR SENDİKASININ HUKUK ZAFERİ! MAHKEME 16 SAATLİK ÇALIŞMAYA 'DUR' DEDİ!

Dizi, reklam ve sinema oyuncularının örgütlendiği ve haklarının iyileşmesi için çalıştıkları Oyuncular Sendikası, ilk davasını kazandı.

OYUNCULAR SENDİKASININ HUKUK ZAFERİ! MAHKEME 16 SAATLİK ÇALIŞMAYA  DUR  DEDİ!

Sendika internet sitesinde "Kazanlan bu davanın hukuka ve ahlaka aykırı sözlşemelerle çalştırılan tüm üyelerimize örnek olmasnı temenni ederiz." diyerek ilk davalarının sonucunu duyurdu.
İşte yapılan açıklama:
 İLK DAVAMIZI KAZANDIK

 
"2011 Temmuz ayında Fox TV'de yayınlanan Deniz Yıldızı adlı dizide başrol oynayan üyemiz Güneş Emir'in yoğun ve kötü çalışma koşulları nedeniyle feshettiği sözleşmesi sebebiyle yapım şirketi Focus Film tarafından hakkında açılan dava üyemiz nezdinde sonuçlandı. 
 
GÜNDE 16 SAATLİK ÇALIŞMA

Güneş Emir kendisine okuma imkanı dahi tanınmadan adeta zorla imzalatılan beş yıl süreli sözleşme uyarınca, günlük 16 saate varan son derece ağır çalışma koşulları, piyasa koşullarının çok altında aşırı yararlanmaya varan düşük ücretler, yüksek cezai şartlar, tatil hakkı olmaması, raporlu olduğu halde çalışmaya zorlanması ve tüm bu yoğun temponun getirdiği sağlık sorunlarından muzdarip olarak sendikamız hukuk birimine başvurdu.
 
İHTARLARA RAĞMEN TALEPLER YERİNE GETİRİLMEDİ 

Kendisine gerekli hukuki destek sağlandı, yapımcı şirket Focus Film'e daha insani çalışma koşullarının sağlanması, çalışma saatlerinin düşürülmesi, tatil hakkı tanınması hususunda gerekli ihtarlar yapıldı. Yapımcı şirketin bu talepleri yerine getirmemesi üzerine sözleşme tarafımızdan feshedildi ve üyemiz çalışmaya son verdi.
 
Bu fesih üzerine yapımcı şirket tarafından ceza-i şart talebi ile üyemize dava açıldı, anılan dava İstanbul 1. FSHM nezdinde 2012/304 E. no ile görüldü. 
 
MAHKEME SÖZLEŞMENİN GEÇERSİZ OLDUĞUNU KABUL ETTİ
 
Oyuncular Sendikası Hukuk Birimi Koordinatörü Av. Sera Kadıgil tarafından başarı ile temsil edilen üyemiz davanın 16.05.2013 tarihli celsesinde, mahkemeye sunduğumuz "sözleşmenin başından beri geçersiz" olduğu gerekçesi kabul gördü ve açılan haksız dava reddedilerek üyemiz ve üyemiz nezdinde sendikamıza hakları teslim edildi.
 
Oyuncular Sendikası'nın çalışma koşullarına yönelik kazandığı ilk davaya Oyuncular Sendikası Genel Başkanı Memet Ali Alabora, Oyuncular Sendikası Genel Sekreteri Şebnem Sönmez ve gözlemci olarak da BİROY Av. Ceren Kalı katıldı. 
 
Oyuncular Sendikası olarak, üyemiz Güneş Emir'in büyük bir cesaret ve metanetle haklarını savunmak için girdiği bu süreçte kendisine gerek manevi gerekse hukuki her türlü desteği sunmaktan ve kendisini başarıya taşımış olmaktan büyük gurur duyduğumuzu bildirir, Güneş Emir'in hukuka ve ahlaka aykırı sözlşemelerle çalıştırılan tüm üyelerimize örnek olmasını temenni ederiz. 

Anne-kız sette buluştu


Bir Aşk Hikayesi Dizisi Anne-kızı Buluşturdu

Bir Aşk Hikayesi'nde Zuhal Olcay’ın gençliğini sanatçının kızı Ceren Olcay canlandıracak.

Bir Aşk Hikayesi'nde bu bölüm geçmişin karanlık sırları ortaya çıkacak.
Geçmişin gizli kapılarının açıldığı bu bölümde Gönül rolüyle büyüleyen Zuhal Olcay’ın gençliğini kızı Ceren Olcay canlandıracak.
Dizi salı günleri saat 20.00'da FOX'ta ekrana geliyor.
8. Bölüm Özeti
Bu hikâyede hiç kimse temiz değil… Sadece sen temizsin… Beni unutma taş kafa… Korkut Ali bu sözleri Ceylan’a söylerken artık yolun sonuna geldiğini düşünmektedir. Tahsin’in onun gerçek kimliğini ortaya çıkarması an meselesidir. Diğer tarafta Eda’yla olan ilişkisi de tehlikeli bir boyuta gelmiştir. Korkut Ali, Eda’ya gidip bu oyuna bir son vermek ister. Ama karşısında bambaşka bir Eda vardır. Olaylar beklenmedik bir şekilde gelişir. Korkut ve Ceylan’ın baş başa geçirecekleri son gün Tolga’nın Ceylan’ın ona aşık olduğunu öğrenmesiyle yarım kalır. Tüm bu olanlar bile Korkut ve Ceylan’ın aşkının önüne geçemez ve Ceylan’ın büyük itirafı Korkut’u gözyaşları içinde bırakır.

Şanslı Masaya Rekor Ceza


"Göbeğin Dubleks Ev Gibi"

Kanal D'de yayınlanan ''Şanslı Masa'' adlı programda format gereği teyzesini aşağılayan sözleri rekor ceza getirdi.

Haber: 'Göbeğin Dubleks Ev Gibi'


"Şanslı Masa" adlı programda, teyzesinin fazla kiloları için ''Göbeğin dubleks ev gibi'' diyen yeğenin sözleri, 400 bin liralık rekor ceza getirdi.
Kanal D'de yayınlanan ''Şanslı Masa'' adlı programda format gereği teyzesini aşağılayan ve fazla kiloları için ''Göbeğin dubleks ev gibi, Muşmula suratlısın'' diyen yeğenin sözleri, ceza getirdi. RTÜK, 400 bin lira para cezası verdi.
Gazeteport'ta yer alan habere göre; RTÜK toplantısında, 2 Mart 2013 günü yayınlanan ''Şanslı Masa'' adlı program ele alındı. Programa katılan Mine adlı bir kadın, sunucular Sinan Çalışkanoğlu ve Orçun Kaptan'ın yönlendirmesi ile, teyzesini sinirlendirip, kılık kıyafetini eleştirdi.
MUŞMULA SURAT
Teyzesine, '' Rujun hiç yakışmamış, küpelerin de avize gibi. O küpeleri Afrikakabileleri bile takmıyor. Zevksizsin, yaşının kadını değilsin. Muşmula suratlısın. Yiye yiye dubaya dönmüşsün, karnın olmuş kat kat. Göbeğin dubleks ev gibi." dedi. Bu sözler karşısında şaka mağduru teyze, çok sinirlendi ve ağlamaya başladı. Daha sonra da teyzeye gerçek açıklandı. Yeğen ise, 5 bin lira kazandı.
Ancak teyzeyi ağlatan şakayı RTÜK affetmedi. Bu sözleri yarışma gereği de olsa, ''Kişinin onurunu zedeleyici, aşağılayıcı, küçük düşürücü nitelikte'' buldu. Yasada yer alan'Radyo TV yayınları, insan onuruna saygılı, kişi ya da kuruluşları eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü, aşağılayıcı veya iftira niteliğinde olamaz'' ilkesini ihlal gerekçesiyle, Kanal D'ye 400 bin 136 lira, para cezası verdi.


'Busetteçocukvar' Kampanyası


Çocuk Oyuncular İçin Örgütlendiler!

Ünlü oyuncular; çocuk oyuncuların çalışma şartlarına dikkat çekmek için Twitter'da 'Busetteçocukvar' kampanyası başlattı.

Oyuncular; reklam ve dizi sektöründeki çocuk oyuncuların çalışma koşullarına dikkat çekmek için, Oyuncular Sendikası önderliğinde, sosyal medyada örgütlendi. Özel tanıtım filmiyle de dikkat çeken 'Busetteçocukvar' kampanyasına; Erkan Can, Memet Ali Alabora, Şebnem Sönmez, Demet Evgar gibi birçok oyuncu da destek verdi. 'Busetteçocukvar' hashtag'i; Twitter'da en çok konuşulan konular listesinde üçüncü oldu. Erkan Can tanıtım filminde "Dersini orada yapabilsin diye masa olsun isterdim" derken, Demet Evgar ise "Çocuk oyuncuların çalışma koşullarına özen gösterilmezse, eğitimleri kesintiye uğrar" diyor. Oyuncular Sendikası her sektörde çalıştırılan çocuklar için, 12 Haziran'da yürüyüş düzenleyecek.
AĞLASIN DİYE SOĞUK SUYA SOKULAN BEBEKLER VAR
Twitter'de kampanyayla ilgili yapılan yorumlardan bazıları şöyle: n Levent Kazak: 'Busetteçocukvar' çünkü çocuğun çocukluğunu yaşama hakkı; bizim kıçı kırık filmlerden, dizilerden çok daha önemli.
Şebnem Sönmez: Limitsizce söylemek istiyorum; çocuk işçiliğine hayır!
Pınar Öğün: 'Busetteçocukvar' diyorum çünkü çocukların istismarına tahammül edemiyorum.
merve k: Çocuğunu para için sete gönderenin, dilenmesi için sokakta çalıştırandan farkı ne?
BozA: Dizilerde bebeklerin oyuncak gibi saatlerce kullanılması beni çıldırtıyor.
Seyhan Arman: Ağlasın diye soğuk suya sokulan bebekler var!

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Ayşe Armanın İlker Ayrıkla Röportajı


ÖKÜZ GİBİ EVLENME TEKLİFİ

Öküz gibi teklif

Şeytan tüyünün hası onda!
Görür görmez seviyorsunuz.
‘İyi insan yüzü’ var. Sağlam adam, güvenilir adam duruşu var.
Okuyunca siz de göreceksiniz. Çünkü o gerçek anlamda bir mahalle çocuğu. Bir yanıyla efendi bir tarafıyla acayip fırlama. O kadar sevimli ki beş dakikada yakın akraba gibi hissediyorsunuz.
İlker Ayrık başarılı bir tiyatro oyuncusu ve hocasıyken önce dizilerle sonra ‘Ben Bilmem Eşim Bilir’ yarışmasıyla neredeyse bütün Türkiye’nin en sevilen isimlerinden birisi oldu.
Ama sempatik olan sadece kendisi değil, yarışmada onlar son derece sıkı bir ekip.
Yarışmayı birlikte hazırlıyorlar ve arada o kadar eğleniyorlar ki, bize de seyrederken, gülmekten ve hoş vakit geçirmekten başka yapacak bir şey kalmıyor.
İlker Ayrık her ne kadar “Sıradanım” diye bas bas bağırsa da aslında hiç de öyle biri değil. Tam tersine bence sağlam değerlere sahip bir sanatçı.
İyisi mi okuyup kendiniz karar verin!

Seniseviyoruz, doğal buluyoruz. Sende bir şeytan tüyü de var; kızamıyor insan. Hep mi böyleydin?      

- Yolda görenler de öyle söylüyor. “Evin yaramaz çocuğu gibisin!” diyor. Çocukluğumda da böyleydim.

O zaman Balıkesir yıllarına dönelim. Nasıl bir aile? Nasıl bir çocukluk?
- Sıradan bir Balıkesirliyim. Küçük şehirde, doludizgin, süper şahane bir mahalle hayatım oldu. Benim sırrım da bu.

Nasıl yani?

- Mahalle hayatı gerçektir. Bakkal Fatma Teyzemiz vardı, onun bakkalının önünde oturur, çekirdek çitlerdik.

Gelen geçene mi bakardınız?

- Gelen geçen yoktu ki. Yol üstünde bir mahalle değildi 26 Evler. Gelen geçen, sen, ben. Biz bizeydik ve sahiciydik. Top da oynardık, bakkalın camını da kırardık. Yemediğimiz halt kalmadı. Aslında ‘mahalle hayatı’ diye tanımlanan her şey, İlker Ayrık denen adamın özeti.
SIRADAN VE OLAĞANÜSTÜ/_np/5957/20195957.jpg

Say onları...


- Taşrada büyüyen herkes bilir bunları. Bir kere, herkesin evinde yemek yersin, herkes de senin evinde yer. Mahalledeki çocukların hepsi bir yerdedir. Ya arka tarafta dut ağacının altında ya top sahasında ya Fatma Teyze’nin bakkalının önünde ya da birilerinin bahçesinde. Yamuk yapamaz mahallede kimse. Yazıyı olmayan kurallar vardır. Bir arkadaşının annesi, kendi çocuğu gibi, yaptığın hatanın terbiyesini sana verir. Annene de şikâyet edemezsin çünkü annen de ağzına s.çar. “Sen kimin oğlusun?” der mesela, “Mukaddes’in” dersin. “Olur mu bu yaptığın şey evladım!” der. Susar oturursun. Annene şikâyet etsen, “İyi yapmış! Az bile demiş bilmem ne teyzen!” der. Senin annen de bir başkasına ayar verir. Mahallenin çocukları, bütün o annelerin çocuklarıdır. Herkes birbirini sever, kollar. Öyle bir sahiplenme.

Bugünkü kişiliğini, o günlere borçlusun yani...

- Tabii tabii. O çok sıradan mahalle hayatına. Sıradan olduğu için olağanüstüNasıl bir aile?

- Küçük, tatlı bir aile. Üç kardeşiz. Abim, ablam ve ben. Annem şeker bir kadındır. Taklit, hoş sohbet, muhabbet ne ararsan var. Hayata hep asılmıştır. Güçlüdür. Babam, ben 9 yaşındayken öldü. Kalp.

9 yaşında babayı kaybetmek büyük travma...

- Evet. Ama yıllar sonra anlıyorsun. O gün, öyle olduğu için onu yaşıyorsun. O an, “Benim babam öldü, beni nasıl bir hayat bekliyor?” gibi bir düşüncen olmuyor. O an, o senin gerçeğin.

Ölüm haberini aldığın anı hatırlıyor musun? Ya da cenazeyi? Ne gibi izler  kaldı sende?

- Hiçbir şeyi gizlemediler. Bizim zamanımızda öyle gizli saklı bir şey yoktu. Düğün de, cenaze de, sünnet de, hastalık da, sağlık da ortada yaşanırdı. Herkes acıdan payına düşeni yaşardı.
HER ACI KİŞİYE ÖZELDİR

Peki sen, 9 yaşında bir çocuk olarak bu kadar büyük bir acıyla nasıl başa çıktın?


- Her acı, kişiye özeldir. Tarif edemezsin. Yaşadığın en büyük mutluluğu da, en büyük acıyı da aslında anlatamazsın. Dolayısıyla, ben bu tür duygularımı ne anlatmaktan ne de paylaşmaktan hoşlanırım.

Baban öldükten sonra, annen üç çocuğa nasıl kol kanat gerdi? Size nasıl baktı? Annen ne kadar önemli senin hayatında?

- Çok önemli. Ama bunu da sonradan idrak ediyor insan. Babam 48 yaşındaydı öldüğünde. Eve taziyeye gelen herkes “Ay çok da gençmiş!” diye konuşuyordu. Ama 9 yaşındaki bir çocuk için, 48 pek de genç değil. Dolayısıyla kafan, “Genç değil ki. Baba bu. Koca adam. Demek ki kaybedilebiliyor” diye çalışıyor. Babam öldükten sonra, annemin yaşadıklarını, bize yansıttıklarını, yansıtmadıklarını kavrayabilmek için bir 25 sene geçmesi gerekti. 48 yaşındaki bir ölümün çok erken olduğunu anlamam için de. Üç çocukla kalmış bir kadının nelerle mücadele ettiğini fark edebilmem için de. Biz buna büyümek diyoruz. Ne yapsam, annemin hakkını ödeyemem, büyük kadındır.

Babasıyla top oynayan bir çocuk görünce için burkulmuştur..
.
- Elbette. Babasını kaybetmiş her çocuk yaşar bunu. Kayıtsız kalamazsın. Ama bir tarafıyla da her ölüm, her cenaze, her doğum çok sıradan. Bizim başımıza gelince, olağanüstü zannediliyor.

Ne zaman hikâyeni anlatsan, hep ‘sıradan’ bir adam olduğunu söylüyorsun. Özel bir şey yok diyorsun. Oysa ne hikâyen ne başarın sıradan. Sıra dışı bir insansın...
- Yok hayır. Bence bu ülkede, kavramların yeri değişmiş, ‘sıradan olmak’ olağanüstü hale gelmiş. Artık böyle bir memlekette yaşıyoruz. İşimi iyi yapmak istemem kadar sıradan bir duyguyu, olağanüstü karşılıyor olmak, işini iyi yapmak istemeyen binlerce insanla karşılaştığımız için... /_np/5956/20195956.jpg

Herkes işini şişirerek yaptığı için mi seninki olağanüstü yani?

- Evet aynen öyle! Hani adama dürüst olduğu için övgüler düzerler, oysa zaten olması gereken budur, ekstra bir övgüyü hak etmiyordur.

Balıkesir dönemi ne kadar sürdü?

- 18’ime kadar.

Taşralı olmak değerlerini sağlamlaştırdı mı?

- Bana göre öyle. Televizyondan izleyen herkesin, bana “Bizim evin çocuğu” demelerini buna borçluyum, Balıkesir’de geçen çocukluğuma. Televizyona çıktığında cam odada yaşadığın zannedilir ya, ben zurna gibi mahalle çocuğuyum! Gerçek bu. Kavgam da sevdam da böyle gelişti. Bir mahalle çocuğu kadar gerçeğim. Oyunlarımı da mahallede hep kazanmak için oynadım. Dokuz kiremitten tut da misketine kadar. Kimse kaybetmek için oynamaz ki. Yenersin, hareket çekersin, ertesi gün bir daha oynarsın, yenilirsin. Ama pes etmezsin. Top kimdeyse, kadroyu o belirler, bu kadar basit. Üç korner, bir penaltıdır. Mahallenin yazısız kuralları vardır. Onlara eşek gibi uyarsın.
OĞLUM, BUDUR GELECEĞİN

Annen Makedon...


- Evet, anne tarafım muhacir. 56’da geliyorlar. Babamla annem, dayımla yengemin düğününde birbirlerini görüyorlar. Babam da Arnavut kökenli. Lakabı da Arnavut Vehbi.

Ooooo! Sen de inatçı mısındır?

- 10 meselenin 9’unda sen ne istersen onu yaparım. İtiraz etmem. Ama bir tanesine kafayı takarım. Bunu da belli ederim, o benim istediğim gibi olacak. Yer yarılsa da.

Kısa pantolonlu çocukken hayallerin neydi? Ünlü olmak gibi dertlerin var mıydı?

- Yok ya, o günlerde öyle şeyler yoktu. Ünlü olmak, son 10 yıldır lügatimizde var. Ben o dünyanın çocuğu değilim. Ben endüstri mühendisi olmak istiyordum.

O neden?

- Hiç bilmiyorum. Küçük şehirdeki çocuk, hangi mesleği neden istediğini bilmez ki. Bir yerden duymuşumdur, belki sevdiğim bir abimden. Belki o gaz vermiştir. Endüstri mühendislerinin hâlâ ne iş yaptığını bilmem.

Oyunculuk peki? Nereden esti?

- Her mahallenin, her ailenin bir komiği vardır ya, ‘minder komiği’, ben de öyleydim. Ama kendi jenerasyonumda. Benden önce annemmiş. Fıkralar anlatan, taklitler yapan komik bir adamdım. Lisede, tiyatro ekibine dâhil oldum. Çıktık oyunu oynadık, selamda, bir baktım alkış koptu. İşte o an karar verdim. “Budur oğlum İlker senin geleceğin!” dedim.

Sonra?

- Ver elini İstanbul. Anneme, “İstanbul’a gitmek istiyorum” dedim, “Oyuncu olacağım.” Kimse de itiraz etmedi. “Adam gibi bir meslek seç oğlum kendine de” demedi. İstanbul’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde kurslara başladım. Yıl 97. Halk Eğitim Merkezi’nde tiyatro eğitimi almak, biçki dikiş kursuna gitmek gibi bir şey. Ama ben kraliyet akademisinde eğitim alıyormuş gibiydim. Olağanüstü bir disiplinle devam ettim. İki sene orada kursiyer olarak öğrenim gördüm...
MÜJDAT GEZEN BENİM SÜPER KAHRAMANIM/_np/5955/20195955.jpg
Konservatuar filan?

- Denedim, olmadı. Sınavları kazanamadım. Ama tabii ne çalışılır, nasıl çalışılır bilmiyordum. O iki yıldan sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne girdim. Bak Müjdat Hoca’ya çok şey borçluyum.

‘Baba yarısı’ mı oldu senin için?

- E tabii, kahramanım o benim. Süper kahramanım.

Kaç yıl devam ediyor ilişkiniz?

- Gerçek ilişkiler bitmez. Hâlâ ediyor. Dört sene öğrencisi oldum, üzerine altı sene asistanlığını yaptım. Tiyatrosunda oynadım, yazdığı oyunu oynadım, yazdığı oyunu yönettim. Dersine vekâlet ettim, sinema filminde beraber başrol oynadık. Şimdi de okulunda hocayım. Hâlâ danışırım, konuşurum.

Parlama hikâyen ne?

- ‘Geniş Aile’deki ‘Mürsel’ karakteriyle başladı. Sonra bu yarışmayla en üst seviyeye çıktı.

‘Ben Bilmem, Eşim Bilir’i sunma teklifi geldiğinde ne hissettin?

- Korktum. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım diye. “Üç gün müsaade edin düşünmem gerekiyor” dedim. Çünkü “Onu da yaparım, bunu da” bana çok uyan bir şey değil. Müjdat Hoca’nın üç öğüdü vardır: 1- Sigara, alkol kullanma 2- Öğlenleri yarım saat-bir saat uyu 3- Önemli bir işe imza atmadan kendine 24 saat müddet ver. Düşündüm ve kabul ettim ve bu günlere geldik.
REKABET ARTTIKÇA YARIŞMACILARIN GERÇEK KİMYASI ORTAYA ÇIKIYOR
Yarışmada çiftlerin aslında gerçek kişilikleri ve kimyaları mı ortaya çıkıyor?

- Yarışmaya gelen insanlar, senin üst kat komşum, ötekinin alt yan komşusu. Normal insanlar. Ama biz, bir araba veriyoruz. Bu araba da bir ailenin hayatını, bazen kısmen, bazen tamamen değiştirecek kadar kıymetli bir hediye. Tabii ki içlerinde kazanma duygusu oluyor. Bu duygu arttıkça da gerçek kimyaları ortaya çıkıyor. Stüdyoya geldiklerinde, önce bir televizyon programı edasında oluyor, kadınlar nasıl göründüklerine dikkat ediyor, erkekler orada olmanın keyfini sürüyor. İki oyun sonra, mücadele sertleşiyor. “Yerim ya stüdyosunu! Burada bir araba var. Tamam göründük, ettik, fena mı olur yani, bu 60 bin TL’yi alsak” diyorlar. O noktada işler değişiyor. Anadolu’ndan gelen yarışmacılar daha çabuk adapte oluyorlar. Çünkü onlar, kafadan daha nasıl göründükleriyle ilgili değiller...

Çiftler kaybedince üzülüyor musun?
- Üzüldüklerim de var çünkü tuttuklarım oluyor. İnsanım ben, makine değil. Tek yapmam gereken adil olmak. Taraf tutmak ya da tutmamak hakkım saklı.
KADININ HIRSI HİÇ AMA HİÇ BİTMİYOR
Ün, şöhret ne ifade ediyor?

- Fotoğraf makineleri, cep telefonlarına girdiğinden beri fotoğraf çektirmekten başka bir şey ifade etmiyor! Bu, sadece bana da olmuyor, bütün ünlü insanlara oluyor. Habire fotoğraf çektiriyoruz. Çünkü kamu malı oluyorsun.

Şikâyetçi misin? 
- Yok canım. Araba aldığında, “Bunun dört koltuğu var, istemiyorum” diyebilir misin? Bu da, pakete dahil.

Kaçıncı yarışma oldu?

- Bugün 122. bölümü çekiyoruz.

500 bin çift başvurmuş, bir milyon insan eder. Dile kolay! Ne öğretti bu yarışma sana?

- Sosyolog değilim, sosyolojik ahkâmlar kesecek halim de yok. Ama kadın-erkek ilişkilerine dair bildiğim pek çok şey onaylanmış oldu.

Ne gibi?

- Kızlara soruyorum, “Eşinin-sevgilinin en pis huyu ne?” “Bir anda parlaması” diye geliyor cevap çoğunlukla. Aslında, erkeğe müsaade etmek gerekiyor, birkaç dakika şovunu yapsın. Çünkü bu, o adamın fabrika ayarlarında var. O, bunu yapacak, bağırıp, çağıracak, eğer müdahale etmezsen de şovu biter bitmez pişman olacak. Ama kadının fabrika ayarlarında da o üç dakikaya müsamaha etmek yok. Benzer şeyler yarışmada da oluyor. Erkek, bir hırsla başlıyor fakat oyun ilerlerken, hırsı yavaş yavaş eriyor. Ama kadının hırsı hiç ama hiç bitmiyor...

Vazgeçmeyen, pes etmeyen kadın yani...

- Hem de nasıl! Kadının kimyası böyle. Ama kadınlar da, aslında yarışmadaki diğer kadınlarla yarışıyor. Böyle bir durum var. Nasıl kadınlar, erkekler için değil de başka kadınlar için makyaj yapıyor ve giyiniyorsa... Bu yarışmada da başka kadınlarla yarışıyorlar. Kadının derdi kadınla yani! Erkek, iddiasını karısına göre yapıyor, kadınsa iddiasını diğer kadına göre yapıyor. Diğer kadın, “Benim kocam beş yapar” dediyse, öbürü “Benim kocam altı yapar!” diyor. Mukayesesi böyle. Kendi kocasının kapasitesini düşünüp söylemiyor, öbür kadınla yarışıyor.
VAKİT OLSA DA DEPRESYONA GİRSEM/_np/5922/20195922.jpg
Kafadaki topuz, samuraylara özenmekten mi?

- Yok ya, benden çıktı fikir. 80’ler’ dizisinde, saçlarım uzun, kesemem. E bir de bu yarışmada atlıyorum, zıplıyorum, terlerim merlerim, uğraşmayalım, topuz olsun, dedim. Gündelik hayatta da takım elbisenin altına spor ayakkabı giyiyordum, böyle bir şey çıktı ortaya.

Çabuk depresyona girer misin?

- Yok girmem. Ama çok moda. Keşke biraz vaktimiz olsa da depresyona girsek!

Türkiye’nin bugünkü halini nasıl değerlendiriyorsun?

- Herkes kadar endişeliyim.

 En büyük korkun ne hayatta?

- Mahcup olmak.

Seni en çok ne utandırır?

- Birini mahcup etmek. Çünkü güven, çok pis bir duygu. Bir şey ne kadar güzelse, onun içinde o kadar çirkinlik de var. Başarı ne kadar büyükse, başarısız olma riski de o kadar büyük. Ne bir eksik ne fazla. Dolayısıyla, güven ne kadar fazlaysa, onu kaybetme duygusu da o kadar fazla.

Allah utandırmasın o zaman...

- Amin!
ÖKÜZ GİBİ EVLENME TEKLİFİ   
Eşinle ortaokul arkadaşıymışsınız...
- Evet. O zamandan âşıktım Sanem’e...

İlk gördüğünde ne vardı üstünde hatırlıyor musun?

- (Gülüyor) 15 yıl sonra Sanem’e anlattığımda çok şaşırmıştı. Okul jilesini, eteğinin boyunu, boynuna taktığı şeyleri hep hatırlıyorum. Sürekli eli boynundaydı, kapatırdı. Ben de zaten o, kimselere benzemeyen haline âşık olmuştum.

Sen uzaktan mı kesiyorsun?

- Yok tanışıyoruz ama ona sırılsıklam âşık olduğumdan haberi yok. Bir türlü açılmadım. Sonra da koptuk gittik. 15 sene sonra, ortak bir arkadaşımızla İstanbul’da karşılaştık. Tabii ilk sorum “N’apıyor Sanem?” oldu. “O da artık burada” deyince, “Bizi buluştursana” dedim.

Tekrar bir araya gelince ne oldu?

- Kalabalık bir grupta bir araya gelecektik. Ben daha erken gitmiştim, kapıdan girince şöyle bir baktım ve dedim ki, “Bu iş bitti. Ben bu kızla evleneceğim!” Zerre tereddüt yok. Şalteri indirdim. Hayatımın kadını bu. Ana hattı kestim ben. Ama Sanem’in hâlâ haberi yok!
FERİT BEBEK BİR AYLIK

Bir kadını etkilemek için ne tür numaralar yaparsın?


- Oyun, plan-mlan yapmam, topu gelişine göre oynarım. Ama 15 yıl sonra bir araya geldiğimizde, baktım, top orta sahada dönüyor. Kimsenin atak
yaptığı, yapacağı yok. Bir süre Facebook’tan filan haberleştik. Sonra bir gün aradım, “Bugün yapmak istediğim tek şey, seni görmek” dedim, “İstanbul dışındayım” dedi. Bir süre sonra o aradı, bu sefer de ben şehir dışındaydım. Derken bir gün buluştuk. Adı konmayan, sözsüz bir flört başladı aramızda. O gün bugündür birlikteyiz.

Nasıl evlenme teklifi ettin?

- Öküz gibi! Romantik bir adam değilim ben. Bir gün canım sıkkındı, “Benimle bir duble rakı içer misin?” dedim. Birlikte Suzan Kardeş’e gittik, Balkan müzikleri dinlemeye, arada kan çekiyor. Güzel bir geceydi. Millet ayakta, dans ediyor, sallanıyor, ediyor, kalabalık, Sanem de önümde duruyor. O güne kadar da, “Evlensek şöyle olur” diye sohbet etmişiz ama hepsi o kadar. Refleks olarak, eğildim ve kulağına, “Baksana ben sana evlenme teklif ettim mi?” dedim. Gayri ihtiyarı. “Yooo” dedi. “O zaman şimdi ediyorum, benimle evlenir misin?” dedim. O da “Oluuur” dedi. Sanem, çok detaycıdır. Restorana gittiğimizde, bir masa seçmek için bile ince eler, sık dokur. Bu hikâyeyi marjinal yapan, evlilik teklifimi bu kadar çabuk kabul etmesi. Uyanığım ya, “Peki ne zaman evlenirsin?” dedim. “Sen ne zaman istersen!” dedi. “Bu yaz” dedim, “Tamam” dedi. Ama tabii bu beni kesmedi, mekânda bir şahit aradım, olur ya vazgeçer, ablası Pınar’ı çağırdım. “Hayırlı olsun!” dedi. Üç buçuk ay sonra da evlendik. Dört yıldır mutlu bir evliliğimiz var.

Şimdi de minik bir oğlunuz...

- Evet. Ferit. Bir aylık dünya tatlısı bir şey.


İnternet Kullanıcılarına Bir Tuzak Daha..


İnternete Girenler Dikkat!

İnternette karşınıza çıkan kolay sorular aslında birer tuzak.

Haber: İnternete Girenler Dikkat!


Şikayetvar'ın haberine göre; internette dolaşırken karşılarına çıkan "Cep telefonu kazanma fırsatı için soruları yanıtlayın" ilanına tıklayan vatandaşlara 2 kolay soru soruldu ve 40 saniye içerisinde cep telefonlarına gelen şifreyi yazmaları istendi. Cep telefonuna gelen şifreyi ilana yazan vatandaşlardan iptali mümkün olmayan 10 TL gibi bir ücret kesildi.
Vatandaşları internette kandıranların sayısı ve kullandıkları yöntemler her geçen gün artıyor. Yeni yöntem ise şöyle: Siz internette gezerken karşınıza ilan gibi bir şey geliyor. İlanı kapatmak için üstüne tıkladığınızda kendinizi cep telefonu kazanma gibi cazip tekliflerle dolu bir pencerede buluyorsunuz. Daha sonra karşınıza çok kolay 2 soru geliyor ve yanıtladıktan sonra bir pencere daha açılıyor cep telefonu numaranızı istiyor. Numaranızı girdiğinizde size bir mesaj geliyor. Mesajdaki şifreyi girdiğinizde çekilişe katılma şansı yakalayacağınız belirtiliyor ve bunun için size 40 saniye veriliyor. Heyecana kapılıp 40 saniyede gelen mesajı okumadan şifreyi yazdığınızda ise sizden haftalık 10 TL gibi bir ücret kesileceği mesajını alıyorsunuz. Bu yöntemle kandırıldıklarını ifade eden vatandaşların Şikayetvar'a gönderdiği şikayetlerden bazıları şöyle:
"İnternette gezerken telefon kazanma fırsatı olduğunu gösteren bir sayfa açıldı. Telefon numaram istendi. 2 basit soru soruldu ve bunları bildikten sonra başka bir sayfaya yönlendirildim. Telefon kazanmak için yaklaşık 40 saniye içerisinde telefonuma gönderilen şifrenin yazılması istendi. Telefonuma gönderilen mesajda bunun ne kadar olduğu da yazıyormuş ama uzun bir metnin sonunda. Heyecanla 40 saniyede hemen şifreyi yazmak istediğimden mesajın tamamını okumadım. Hemen şifreyi yazdım ve haftalık 10 TL bir para çekildi hesabımdan. İptal etmek istediğimde ise gelecek haftaları iptal edebileceğim kesilen 10 TL'yi iade alamayacağımı öğrendim."
"İnternette dolaşırken cazip teklif olan bir ilanla karşılaştım. İlanı kapatmak istedim ama nafile. İlanı tıkladığımda hediyeyi kazanmam için cep telefonu numaramı girmemi istedi. İyi güzel deyip telefon numaranızı giriyorsunuz. Sonra bir de bakmışsınız üye yapmışlar. İptal mesajı yolluyorsunuz falan ama nafile. Her ay telefon faturanızda 40 TL'ye varan ücret kesildiğini görüyorsunuz. Müşteri hizmetlerini arayıp bu nedir ben böyle bir şeye üye olmadım iptal edin paramı da iade edin diyorsunuz, paranızı iade etmiyorlar ama gelecek aylar için iptal ettiklerini söylüyorlar. Macera burada bitiyor mu? Hayır. Ertesi ay faturada iptal edilen servis için yeniden ücret çekildiğini görüyorsunuz."
PARA İADESİ YOK
"İnternette bir reklama tıkladım ve cep numaram istendi. Yazdım ve gönderdim. Daha sonraki birkaç hafta (belki de birkaç ay) boyunca nedenini anlayamadığım bir şekilde kontörlerim düştü. Olayı araştırdım ve bilmediğim bir yere üye olduğumu ve bu yüzden ücretin bu hizmete gittiğini öğrendim. Neden bu kadar geç fark ettiğimi sorabilirsiniz . Ona da şöyle cevap vereyim: Habersiz üyelik. Yok biz tıklamışmışız da onaylamışız da. Bir ayda fazladan 40 TL ücret alındı. Aradığımda ise siz ya da başkaları bunu onaylamış internet sitelerinden reklamlara tıklamışsınız denildi. Para iadesi de yapılmıyor. Sadece üyelik iptali yapılıyor. Şikayetçiyim"

90'lar Dizisi


Doksanlar Dizisi Yakında Atv'de

“Sokakta oynayan son çocukların dizisi” 'Doksanlar' yakında atv’de…

Doksanlar, Türkiye’nin 1990’lı yıllarını, sıradan bir mahalle ve o mahallede yaşayan sıradan insanlar üzerinden anlatan bir televizyon dizisi.
1990’lar ilk özel televizyonların yayına başladığı, her yerde özel radyoların dinlendiği, neredeyse her mahallede pop yıldızı olmak isteyen gençlerin bulunduğu, cep telefonuyla, bilgisayarla tanıştığımız yıllardır. Doksanlar; moda, giyim - kuşam, müzik vs. neredeyse bütün sosyal, ekonomik ve kültürel hayatın büyük bir dönüşüm yaşadığı dönemi iki aile ve onların çocukları üzerinden anlatacak.
Hayatta ne varsa Doksanlar’da da var... Hayat kadar komik, hayat kadar hüzünlü Doksanlar yakında Atv ekranlarında…
Yapım: Mint Prodüksiyon
Yapımcı: Birol Güven
Proje tasarım: Mint Prodüksiyon
Yönetmen: Müfit Can Saçıntı – M. Uğur Yağcıoğlu
Senaryo: Birol Güven – Sinan Biçici – Emre Kavuk
Müzik: Aydın Sarman – Burcu Güven (Doremint)
Oyuncular: Arif Erkin, Renan Bilek, Sinem Yener Ekşioğlu, Esra Dermancıoğlu,Deniz Oral, Ümit Erdim, Zeynep Anıl, Derya Şensoy, Erkan Köse, Atılay Uluışık,Açelya Akkoyun, Beste Bereket, Gamze Gözalan, Pelin Öztekin

Her Şey Yolunda Merkez De Gün Değişikliği


Her Şey Yolunda Merkez'in Yayın Günü Değişti

Show TV'nin yeni dizisi “Her Şey Yolunda Merkez”in yayın günü değişti.

Haber: 'Her Şey Yolunda Merkez'in Yayın Günü Değişti 
Show TV'de 5 hafta boyunca Salı akşamları yayınlanan dizinin yayın günü Cumartesi oldu.
Polis okulunda okuyan öğrencilerin maceralarını anlatan dizinin kadrosunda İpek Tuzcuoğlu, Aslıhan Güner, Berk Atan, Cem Avnayim, Bora Akkaş ve Hakan Bilgingibi isimler bulunuyor. “Her Şey Yolunda Merkez” yeni bölümüyle 25 Mayıs Cumartesi 20.00'da Show TV'de!

Gandhi'nin kanı ve eşyaları açık artırmada


Gandhi'nin Kanı Satılacak

Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri Gandhi'nin kanı Londra'daki bir müzayedede satışa çıkarılacak.

Haber: Gandhi'nin Kanı Satılacak

Hindistan Bağımsızlık Hareketi'nin siyasi ve ruhani lideri Gandhi'nin kanının bulunduğu iki mikroskop camı (lam) Londra'daki bir müzayedede satışa çıkarılacak. Ünlü liderin kan örneğinin üzerinde bulunduğu lamların, 10 bin ila 15 bin Sterlinarasında alıcı bulması tahmin ediliyor.
Gandhi'nin kan örneklerinin, 1924 yılında Mumbai yakınlarında apandist ameliyatı olduğu sırada temin edildiği belirtiliyor. Hindistanlı liderin kanını, o sırada birlikte kaldığı aileye bağışladığı düşünülüyor.
Mullock's müzayede evinde tarihi araştırmacı olarak görev yapan Richard Westwood-Brookes, "Hayranlarına göre Gandhi'nin kanı, bir Hristiyan'ın kutsal saydığı emanetler ile aynı değerde bulunuyor." şeklinde yorumda bulundu.
Mullock's müzayedede, kan örneği bulunan lamların yanı sıra Gandhi'nin sandaleti, şalı ve çarşafının içinde yer aldığı eşyaları da müzayedede satışa çıkaracak. Mullock's, geçtiğimiz yıl da Gandhi'nin 1948'de suikast sonucu öldürüldüğü yerden alındığı iddia edilen toprak ve kan örneklerini 10 bin Sterlin'e satmıştı.

Yağmurdan kaçtılar ama reytinkten kaçamadılar:)


Yağmurdan Kaçarken'den Şok Haber!

İspanyol model Carlos Martin Gonzales’in çapkın bir fotoğrafçıyı canlandırdığı; atv'de Cumartesi akşamları yayınlanan “Yağmurdan Kaçarken” dizisi yayından kaldırıldı.

Rol aldığı reklam filmiyle büyük ün kazanan Carlos Martin Gonzales’in başrolünde olduğu, Tayfun Güneyer'in yönettiği “Yağmurdan Kaçarken” dizisi, seyirciden ilgi göremeyince 8 Bölüm yayınlandıktan sonra yayından kaldırıldı.
30 Mart’ta başlayan, aşk, evlilik ve aile ilişkilerini konu alan romantik komedi türündeki dizide, Carlos Martin, Ezgi Asaroğlu, Ayça Erturan, Ali Ersan Duru, Enise Ütük, Furkan Andıç, Serkan Şenalp, Kazım AkşarEbru Şancı, Aslı Omağ gibi oyuncular başroldeydi.

Yağmurdan Kaçarken yeni bölüm yok çünkü yayından kalktı